Eksik bir varlığız. Sınırlı yönlerimiz var. Her şeye muktedir değiliz. Görmemiz, işitmemiz, hissetmemiz, kelimelerimiz, duygularımız, bilmemiz ve daha nelerimiz nelerimiz…noksan bir varlığız. Üç beş damla kan, üç beş damla su, et ve kemikten yaratılan bir varlığız. Muhtacız. Aciz olan yaşamımızda bu acziyeti bilerek yaşamalıyız.
Biyolojik, psikolojik, toplumsal ve bunlara da ek olarak aşkın bir varlığız. Hayatı idame ettirmemiz mutlak surette tekliğin ötesinde bir sahnedir. Bu sahnede herkesin bir rolü vardır. Herkesin söyleyeceği kelâmları, seslendireceği pasajları, takınacağı tavırları vardır. Yaşadığımız şu hayatı zorlaştırmaya çalışmak aslında önce kendimize yaptığımız bir kötülüktür. Nasıl yani? Evet, aslında en büyük kötülüğü hayatta biz kendimize yapıyoruz. Nasıl mı?
İnsanları kalıplarda dondurarak yaşatıyoruz.
İnsanları sessiz çığlıklara mahkûm ediyoruz.
İnsanları uzaklara hapsedip bugünlerden koparıyoruz.
İnsanları düne mecbur edip yarınlardan koparıyoruz.
İnsanları kelimelerden koparıp korku tünellerindeki gibi gözü kapalı bir yaşamda savuruyoruz.
İnsanları kendileri olmaktan öte biçtiğimiz rollerde görüyoruz.
İnsanları zanlarımızla elleri kolları bağlı hale getiriyoruz.
İnsanları umutsuzluklara kilitliyoruz.
İnsanları yeraltı şehirlerde, gün yüzüne hasret bir ömre itiyoruz.
İnsanları, insanları, insanları… “Eeee, yeter hocam amma da yaptın ya!” demelerinizi duymuyor değilim. Ama hadi gelin itiraf edelim. Bu sıraladığımız şeylerin ya da sıralayamadıklarımızın da bazılarını yapmamış değiliz. Her ne kadar varlık olgusu olarak müthiş bir cismaniyete ve maddi var olmaya sahipsek bile bunun hayat karşılığını nasıl yaşadık? Mükemmel mi olduk? Hiç hata yapmadık mı? Tabi ki de yaptık? Peki, hata yaptığımızda karşımızdaki her kim olursa olsun bir kabul ediliş beklemedikmi? Gerek özür dileyen cümleleri sıralayarak gerekse jest ve mimiklerle, beden diliyle kabul edilmeyi beklemiyor muyuz? Evet, hadi itiraf edelim; ben kendi şahsıma buna “hayır” diyemem. Çünkü ben “insanım”. İnsanın varlık âlemindeki yeri ve konumunu anlamaya çalışıp gereklerini yapmaya gayret ederek, yaşamımı daha anlamlı kılmaya gayret ediyorum. Neler mi yapıyorum? Neler mi yapmalıyım? Neler mi yapmalıyız?
İnsanı, insan kabul etmeliyiz.
Değerlere sahip olmalıyız, değerlerimizi korumalıyız.
Hataların onarıcı yönlerini görüp umutlu olmalıyız.
“Ben” dilinin zehrinden uzaklaşmalıyız.
“Sevgi” diye bir dilin varlığına inanmalıyız. Sevgiyi izhar etmeyi ihmal etmemeliyiz.
Birilerinin bize mecbur olduğu düşüncesini bertaraf etmeliyiz.
Güne güzel başlayıp, güzellikleri görmeye gayret ederek güzel bir kapanışla günü sonlandırmalıyız.
İnsanlara dokunmalıyız. Hata yapılabilir olmanın kabulüyle yapıcı, onarıcı, yüreklendirici olmalıyız.
İnsanlara isimleriyle hitap etmeliyiz.Sakın yanlış anlamayın. Tabi ki sıfatları da söylenecek. Ahbap-çavuş ilişkisinden bahsetmiyorum. İnsanın tekil bir varlık olduğunu ona hissettirmeliyiz. Düşünün bir kere bir okulun bahçesindesiniz ve onlarca kişinin içinde öğretmeniniz size isminizle hitap ediyor? Nasıl? Kendinizi değerli hissetmez misiniz? Olaya böyle bakmalıyız.
Umut dolmaktan, umutlu olmaktan vazgeçmemeliyiz.
Evinizde bir kuş, kedi gibi bir hayvan beslemeli ve onlara öğretebildiklerinize bakıp insan olarak eksikliklerimizi telafi etmede yol almalısınız.
Çiçekleriniz olmalı evinizde. Sulamalısınız, havalandırmalısınız, toprağına bakım yamalısınız. Sararıp soldurmamaya gayret etmelisiniz. Bir süre sonra bilinçaltınıza itilen bu değer verme komutlarıyla insan ilişkilerinizde de bir değişimin olduğunu fark edeceksiniz.
Hayatınızda değer verdiğiniz insanlara dikkat edip ayıklamaya gitmelisiniz. Hani sürekli bize hüzün, acı ve huzursuzluk veren insanları pirincin içindeki taşlar gibi ayıklamalı ve olmaları gereken yerlere koymalıyız.
İnsan öyle bir yaşama sahip olmalı ki dostlarım;simit attığımız martılara,yem verdiğimiz kuşlara bizim olmak için varlar mantığı ile bakmamalıyız. Yeri geldiğinde affedici, yeri geldiğinde yol gösterici olmalı, yeri geldiğinde umut kaynağı olmalı ve yeri geldiğinde de küllerinden yeniden doğmayı başarabilecek insanların içindeki cevherleri çıkartabilen bir unsur olmalıyız. Bunun da ön koşulu karşımızdaki insanlara bakıp da girdiğimiz insan ilişkilerinde onlara; “Sen de benim gibi insansın” ya da “ben de senin gibi insanım” mesajını vermektir.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog